“Yeterli değilim, en iyisi olmalıyım, daha formda, daha güzel, daha havalı görünmeliyim.” Bu cümleler sana tanıdık geliyorsa mükemmeliyetçilik tuzağına düşmüş olabilirsin. Acaba daha iyisi nasıl olur? sorusu dağın ardında varlığını korurken, sen oraya yaklaşmaya çalışırsın. Sen hedefine doğru ilerlerken o, ufkun ardında geri çekilerek daha da uzaklaşır. Tüm bu süreç, bitiş çizgisi olmayan yorucu bir yarış haline döner.
Narsisizm epidemisinde yaşadığımız günümüzde, bunun ayrılmaz bir parçası haline geldiğine inandığım mükemmeliyetçilik kavramı bir şekilde hayatımıza nüfuz ediyor. Temelde ebeveynlik stilleri ile ilişkili olduğunu bilinen bu kavram, sosyal medya platformları ile şekillenerek içimizdeki bu tohumu besleyip yeşertiyor. Fakat ne yazık ki, gün gelip ayağımız bu yeşeren çalılıklara takılıp tökezleyene kadar. Çünkü madalyonun her zaman bir de öbür yüzü vardır.
Tek bir tanıma indirgenemeyecek geniş bir spektrum olan mükemmeliyetçilik için; ulaşılamayacak derecede zor standartlar belirleyerek, her zaman her şeyin düzenli olmasını istemek, detaylara takılıp hataya tahammül edememek ve başaramama korkusu ile ilişkisel olduğunu söyleyebilirim.
Kusurlara, hatalara, çatlaklara, pürüzlere toleransı düşük olan mükemmeliyetçinin zihni, hiç ütüsünün bozulmasını istemediği bir elbiseye sahip olmaya çalışmak gibi işler. Bu düşünceler hem kendilerinden hem çevrelerinden yüksek beklenti içerisinde olmalarına yol açar. Beklentiler karşılanmadıkça yoğun bir öfke açığa çıkar. Dolayısıyla tüm bu arzular kişinin hayattan tat almasına engel olan bir bozukluğa dönüşür. Yaşam giderek güçleşir.
Bu durum, daha çok çalışmak, kendini işine adamak, titiz olmak, eleştiri almamak adına performansının “en iyisini” ortaya koyma davranış kalıpları ile karakterizedir. Buradan anlayabiliriz ki kişi kendi değerini, başkalarından alacağı geri bildirimlerle yoğrulmuş bir zemin üzerine kurar. Kendi değerini başkaları tarafından onaylanmak üzerine kuran mükemmeliyetçinin de kalbi, Çin porseleni kadar hassas olur. En ufak bir eleştiri kusursuz olma çabasının sihrini bozmuş gibi gelir. İnsanlar tarafından takdir görme, beğenilme, onay alma üzerine oluşturulan inançlar, çevreden gelecek en ufak olumsuz değerlendirme ile birleşince psikolojik açıdan daha kırılgan olmasına neden olur.
Gelelim madalyonun diğer yüzüne. Yani dış dünyaya karşı kusursuz gibi göründüğü bir kabuk ören mükemmeliyetçimizin iç dünyasına.
Kişinin kendi dünyasında kendine yönelik açtığı Pirus Savaşı’na benzetiyorum bu kusursuzluk ve sınırsızlık arzusunu. Pirus, kazanan üzerinde yıkıcı etkiler bırakan bir zaferdir. Bu durum neredeyse bir yenilgiyle eşdeğerdir. Böyle bir zafer, gerçek anlamda bir başarı duygusunu yok eder ve uzun vadeli ilerlemeye hasar verir. Bu yorucu mükemmele ulaşma savaşı da zamanla tükenmişlik sendromu, depresyon, kronik yalnızlık, anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıkları beraberinde getirir. Takdirler, onaylar ve beğeniler savaşın zafer gibi görünen yüzü olsa da kişinin iç dünyasına bedensel ağrılar, psikolojik rahatsızlıklar olarak kaçınılmaz biçimde yansıyacaktır.
Peki, mükemmeliyetçilikle nasıl başa çıkabilirsin?
Öncelikle her cephede en iyisi olmak zorunda değilsin. Bunu her daim hatırla.
Mükemmel diye bir kavramın gerçeklikten uzak olduğunu kabullenebilirsin.
Kendine öz şefkat gösterme pratikleri yapabilirsin.
Kendinden yüksek beklentilerinin hangi alanlarda olduğunu belirleyebilirsin.
Yardım istemekten lütfen çekinme.
Kusurlu olmak evrenseldir. Kusursuz olana değil, yeterince iyi olana odaklanabilirsin.
Unutmamalısın ki; en büyük kusur, kusursuz olma çabasıdır.